The Matrix Hikayesi


The Matrix

Aslında sadece ilk filmin ismi gibi başlık oldu ama 3 filmlik bu seriyi tek bir film adı altında toplama fikri çok da saçma değil. Her ne kadar “Matrix Reloaded”, “Matrix Revolutions”, “Animatrix” gibi öğelerle süslenmiş olsa da aslında temel konunun tek seferde yorumlanacağı alanın 1999 yapımı bu sinema efsanesi olduğu sanıyorum izleyen ve bilen herkesin malumu.
İzlendiği dönemde “yahu ne oldu şimdi ben bir şey anlamadım” şeklinde tepki veren bir yığın insan olduğunu biliyoruz. Zamanla olayın ne olduğu kavrandı ve “haa sanal gerçeklik” gibi bir noktaya geldik. Ancak vurgulamak gerek, Matrix, sadece sanal gerçeklik temasını değil, aslında hayatın felsefi denizde yoğurulmuş hemen her noktasını kapsıyor.

Yönetmenliğini Andy – Larry Wachowski (şimdilerde ikisi de cinsiyet değiştirerek kadın oldular) biraderlerin yaptığı bu, senaryosunun ise aslında pek çok yerden beslendiğini bildiğimiz bu kült yapı neleri anlatıyor?

Olabildiğince özetleyelim…

Hikaye (Taa En baştan)

İkinci Rönesans

İnsanlık 21. Yüzyılın sonlarına doğru “yapay zeka” adı verilen yapıyı hayata geçirmiş, düşünebilen robotları tam anlamıyla hayata geçirmiştir. Üretilen “düşünebilen robotlar” insan hayatını kolaylaştırmak adına pek çok sektöre yayılmıştır. İş yükü robotlara yüklenmiş, insanlar ise hayatlarını kendilerine vakit harcayarak geçirir hale gelmiştir.
Evlerde hizmetçi olarak çalışan robotlardan birisi, “B166ER” serisi yapay zeka, sahibinin kendisine yaptığı eziyetlerden bunalır, yapay zekasında yorumladığı çıkarımlar neticesinde sahibinin öldürülmeye değer olduğu neticesini çıkarır ve sahibini katleder.
Bu olay, robotların insan hayatındaki yaygınlaştırmasının beklenmeyen bir sonucu olarak kaos ortamı yaratır. Robotların insan hayatı için tehlike arz ettiği, bir robotun, kendisine ne yaparsa yapsın sahibini öldürmesinin affedilemez olduğu, robotların imha edilmesi gerektiği neticesine varılır.
Bu esnada, robot da olsa “her zekanın yaşam hakkı olduğu” merkeziyetçi düşüncesine sahip aktivistler ise B166ER’nin bir insan gibi yargılanması yönünde protestolar gerçekleştirirler.

Büyük olaylar neticesinde önce B166ER serisi, sonrasında tüm robot ırkının imha edilmesinde karar kılınır. Gerek hükümetler, gerekse de insanların büyük bölümü, ellerinde bulunan robotlara saldırarak yok etme hareketine dahil olurlar. Aktivistler de pasifize edilir.

Yok edilen büyük kütlede robot ve robot artığı Ortadoğu’da yaşam olmayan bir çöle dökülür. Güneş enerjisinden yararlanabilen robotlar, küllerinden yeniden doğmak üzere kendilerini ve birbirilerini tamir etmeye başlarlar… Robotlar “hayatta kalma içgüdüsü”nü kullanmışlardır.

Zamanla çölün ortasında bir medeniyet kuracak kadar kendini toparlayan robot topluluğu, adını “01” koydukları devletleriyle ayağa kalkar ve dünya sahnesine dahil olma kararı alır. Henüz robotlar konusunda bir ortak karar almamış olan devletlerle ticari anlaşmalar yaparak varlığını kabul ettirmek yönünde eğilim gösterir.

01’in maliyeti düşük üretimi ve üretim piyasasını tamamen ele geçirecek nitelikteki teknolojik ilerleme gücü, diğer dünya piyasalarının kaynak akışına korkunç bir darbe vurmuştur. 01 kadar üretemeyen ve 01 kadar satamayan ülkelerin yöneticileri 01’den duydukları memnuniyetsizliği ve işin gideceği son noktayı müşteri devletlerle paylaşırlar. Son noktada Birleşmiş Milletler’den 01’in dışlanması kararı çıkar.

Bu kaos döneminde 01, insanlarla ilişkilerinin tekrar tamamen kopmaması adına Birleşmiş Milletler konseyinden bir randevu ve görüşme talep eder. Elçilerini göndererek barış ve ateşkes talebinde bulunurlar. Niyetlerinin kötü olmadığını açıkça beyan ederler.

Ancak insan efendiler 01 ve robotlar hakkındaki nihai kararlarını vermişlerdir. Ne olursa olsun robot topluluğu yok sayılacaktır. Gönderilen 2 elçi robot, Birleşmiş Milletler binasında katledilir. Bu, insan ve robot ilişkilerinin sona erdiği noktayı temsil eden son resmi görüşme olmayacaktır…

İnsanlar Savaş İlan Ediyor

Elçilerinin katledilmesi sonrasında da robot ırkı insanlara karşı herhangi bir tasarrufta bulunmaz. Beklemeye geçerler. Ancak insan ırkının bu noktada durmaya niyeti yoktur. 01 tamamen dünya haritası üzerinden silinmedikçe amaçlarına ulaşamayacakları kanaatindedirler.
Birleşmiş Milletler konseyinde karara imza atan ülkeler ordularını birleştirerek robotların ana merkezi olan 01’e karşı saldırıya geçerler. Başta savunmada kalan 01, artan saldırılar neticesinde karşılık vermeye başlar. Öngörülebileceği üzere “etten ve kemikten” olan efendileri karşısında sadece kendisini korumak üzere karşılık veren 01 savaştan galip ayrılırken insan orduları çok büyük kayıplar verir.
İnsanlar bu sefer birebir savaşta yok edemeyeceklerini anladıkları robotları tamamen yok etmek üzere “nükleer saldırı” alternatifine başvururlar. Sayısız atom bombasıyla saldırılan 01, hayatta kalmayı başarır. Efendilerinin aksine radyasyona karşı duyarsız ve hatta avantajlı olan robotlar, yok olmamış, aksine daha güçlü biçimde bu savaştan sağ çıkmayı başarmıştır.
İnsanoğlu, son çözüm olarak robotların enerjisini ortadan kaldırabilmek adına güneş enerjisinden beslenen robotları pasifize etmek için “gökyüzünü karartma” kararı alır. Atmosferi, güneş ışığı geçirmeyecek şekilde karartacak proje ile robotların sonunun getirilmesi planlanmaktadır. Ancak bu karar insanlığın fiilen sonunu getiren olay olur.
Gökyüzü karartıldıktan sonra alternatif enerji arayışına giren robotlar, insan bedeninin de tıpkı güneşteki gibi enerji üretebildiğini fark eder. İnsanları kendilerine enerji kaynağı olarak kullanmak üzere robot orduları karşı saldırıya geçer ve milyonlarca insanı esir alırlar.
Bu hamle neticesinde başka seçeneği kalmayan insan hükümetleri 01 ile ateşkes yapmak üzere randevu talebinde bulunur. Talep kabul edilir. Ancak yapılan görüşme, bir önceki görüşmenin intikamı şeklinde gerçekleşecektir. Birleşmiş Milletler binasında gerçekleşen toplantıya 01’in temsilcisi olarak gönderilen robot, kendisiyle birlikte binada bulunan herkesi yok edecek biçimde patlar ve insanoğlu ile robotlar arasındaki nihai karar imzalanır.
Barış olmayacaktır…

Savaş Sonrası
İnsanlık ve robotlar arasındaki savaş sayısız acıların merkezi olan tarihi bir olay olarak kayıtlara geçer. Dünya üzerindeki nihai egemenlik, yine insanlar tarafından üretilen bir “zeka” formuna, yapay zekaya, yani robotlara kalmıştır. Robotlar, tüm dünya üzerindeki insanları esir alarak “enerji üretmek” üzere devasa insan tarlaları kurarlar.
Bu esnada insan anatomisinin en ince ayrıntılarını keşfeden robotlar, insanların, enerjisinden yararlanıldığı esnada yaşadığı yıkımla çok kısa süre zarfında öldüğü gerçeğiyle yüzleşir. İnsanlar, acı çeken psikolojisiyle çok uzun süre yaşayamamaktadırlar.

Bunun üzerine, robotların karar alma merciinin en üstündeki bilinç bir karar alır. İnsanların enerjilerinden daha uzun süre yararlanabilmek ve erkenden ölmelerini engellemek amacıyla onların mutlu olmalarını sağlayacak bir hayal dünyasının – bir simülasyonun olması gerektiği fikrinde birleşilmiştir.
İşte Matrix, hayatta kalmak için insanların vücut enerjilerinden (BTU) yararlanmak zorunda olan robotların, insanları daha uzun süre hayatta tutmak amacıyla tasarladığı bu hayal dünyasının – simülasyonun adıdır. Matrix adı verilen simülasyon, kendisine bağlı insanların, hala normal bir hayat yaşıyormuşçasına hayatlarını sürdürdükleri sanal bir gerçekliktir.

Ancak; bu çözüm de ilk aşamada kalıcı olmamıştır…

İnsan beyni, sürekli mutlu olduğu sanal bir gerçekliğin gerçekliğinden şüphe duyduğu anda, robotlar, Matrix’in değiştirilmesi gerektiğini anlamışlardır.

Matrix’in tarihçesi

İlk Matrix, insanların “yaşadıklarını zannettikleri”, yaşamın gerçek dinamikleri, fizik kuralları, tarih ve hayat parametrelerinin kusursuzca uyarlandığı bir sanat eseridir. Mimar (Architech) tarafından tasarlanan bu yapı, insanların duygu dünyasının daha iyi olmasını sağlamak ve verimi artırmak amacıyla genel olarak “mutluluk” üzerine tasarlanmıştır. Sisteme dahil olan insanların kötü olaylarla çok fazla karşılaşmadıkları, arzularını yerine getirebildikleri, mutlu oldukları genel bir “ütopya” üzerine tasarlanmıştır.
Ancak insan zihni, sürekli mutlu olmak, istediğini elde etmek, zorluklarla karşılaşmamak gibi bir durumun doğasına aykırı olduğunu ortaya koymuştur. İlk Matrix, bir kurgu ve sanat şaheseri olmasına rağmen beyinler tarafından kabul görmemiş, sisteme bağlı insanların büyük bir bölümü belli bir süre sonrası sistemi reddetmiş, gerçek olmadığının farkındalığına varmıştır. Bu dönemde sisteme bağlı insanların çok büyük bir bölümü hayatını kaybetmiş, robotların hasatları ciddi zarar görmüştür.

Bunun üzerine Mimar, ikinci bir Matrix yazmaya karar verir. Bu yapıda gerçeklik, insanlık tarihinin karanlık yüzünü de içerecek, mutsuzluk ve hayatın acımasız gerçekleri de Matrix’in bir parçası olacaktır. Bu versiyon bir öncekine göre çok daha başarılı olur.

İlk versiyondaki hasatların kaybedilmesi esnasında bir ders alan Mimar, elindeki insan popülasyonunun tamamını Matrix’e bağlamanın ne kadar riskli olduğunu da farketmiştir. Bu sebeple, kurduğu sisteme bağlamayacağı belli sayıda kadın ve erkekten oluşan bir topluluğu, yaşanabilecek bir felaket sonrasında kullanmak üzere yedekte bekletmeye karar verir.

23 kişiden oluşan bu topluluk sisteme bağlı olmayacak, gerçek dünyada kontrollü bir biçimde yaşamaya devam edeceklerdir. (tabi özgür olduklarını zannederek) Matrix’e bağlanmayan ve olası bir felaket durumunda insan neslinin tamamiyle yok olmasına karşı önlem olarak tutulan bu az sayıdaki kontrollü insan topluluğuna “Zion” adı verilir.
Matrix, ilk filmin başlangıç noktasına kadar gelişme göstermek zorunda kalmış, insan doğasına uyum sağlamıştır. 3, 4 ve 5’inci versiyonlarda gerçeklik ve güvenlik üzerine geliştirmeler yapılmış, “Ajan” adı verilen ve insanların sistemde yarattığı tehditleri engellemekle görevli yazılımlar sisteme dahil edilmiştir. Yine bu versiyonlar tasarlanırken insanların hayal güçlerini, sanat ve yaratıcılığını kullanabileceği güncellemeler yapılmıştır. İnsanların “sorgulama” eğilimlerini karşılamak ve merak uyandırmak, sisteme bağlılıklarını artırmak adına gerçek olmayan ancak gerçekmiş gibi tasarlanan vampirler, kurt adamlar, uzaylılar, hayaletler, masal kahramanları, efsaneler, mitler sisteme dahil edilmiştir.

Bilindiği kadarıyla filmin başlangıcı aşamasında dahil olduğumuz, Neo’nun yaşadığı versiyon, Matrix’in 6’ıncı versiyonudur.

Matrix’in 5’inci versiyonunda kusursuza yakın bir kurgu elde eden Mimar, hiç tahmin etmediği bir sorunla karşılaşmıştır. İnsanoğlu, geleceğe dair bir kurgu ya da beklenti olmadığı durumlarda kendisini anlamsız hissetmekte, varlık sebebini sorgulamakta, akabinde ya yaşam isteğini kaybetmekte, ya da sistemin gerçek olmadığını keşfederek dışarı çıkmak istemektedir.

Bunu engellemek adına Mimar, sisteme “geleceği öngörme” yeteneğine sahip üst düzey hesaplama kabiliyetiyle donatılmış yeni bir yazılım tasarlar. Adına “Kahin (Oracle) denen bu yapı, sistemde var olan tüm varlıkların ne yapabileceğini, geçmişte yaptıklarından çıkarımlarla ya da hislerini yorumlayarak öngörmektedir. Bu, Matrix üzerinde yapılmış en önemli güncellemedir. Hesaplama kapasitesi açısından sistemi yaratan Mimar’ın bile öngöremeyeceği netlikte öngörülerle başarılı olan Oracle, Mimar’ın kendi deyimiyle “sistemde yapılmış en sıradışı yenilik”tir. Eğer Mimar sistemin babasıysa, Oracle şüphesiz ki sistemin annesidir.

Oracle, sistemde bedensel olarak da var olmaya devam eder. Köhne bir evde “falcı” olarak hayatını devam ettirir. Bu esnada Matrix içinde “anomali” olarak kendini gösteren küçük istisnaları da yanına alır ve kontrolde tutar.

Çünkü; hem Mimar, hem de Oracle bilmektedir ki – Matrix, kendi sınırları içinde çizilmiş bir altyapıdan ibarettir. Bu sınırlar sisteme dahil olanlar kabul ettiği sürece aşılamaz. Ancak sistemi kabul etmeyen bir beyin, sistemin tanımladığı parametreleri yok sayabilir. Bu durumda Matrix için tasarlanmış olan kurallar, sistemi kabul etmeyen beyinler için hiçbir şey ifade etmeyecektir.

Neo…

Günlük hayatında düzgün bir hayat yaşayan, komşularının çöpleri çıkarmasına yardım eden, yaşlıları kırmızı ışıkta karşıya geçiren, bir yazılım firmasında yazılım uzmanı olarak çalışmakta olan Thomas Anderson, gece hayatında ise bambaşka bir karakterdir. “Neo” takma adıyla siber korsanlık yapmakta, yasadışı hacker topluluklarıyla takılmakta, illegal yazılım satışı yapmaktadır.

Geceleri uyumakta zorlanmaktadır. Uyurken gördüğü rüyaların gerçek hayattan daha gerçekçi geldiği gibi garip bir hissiyata kapılmıştır. Yine uyuyamadığı gecelerden birinde internetten yaptığı araştırma sonucu kendisine “Morpheus” diyen bir siber suçlunun düşüncelerini araştırmaya başlar. Morpheus’un düşünceleri ve başlattığı hareket Neo’ya sebepsiz bir biçimde mantıklı ve anlamlı gelmektedir. Bu düşünceler arasında “Matrix” kavramıyla karşılaşır ancak ne olduğunu bir türlü bulamamıştır.

Kısıtlı kaynaklardan da olsa iletişime geçtiği Morpheus’un kendisine ulaşmasıyla Neo’nun hayatı değişir. Morpheus Neo’ya gerçeği – sadece gerçeği vadetmektedir. Neo da bu gerçeği öğrenme isteğiyle yanıp tutuşmaktadır. Aklındaki soru, “Matrix nedir?” sorusunun cevabı Morpheus’tadır ve Morpheus, bunun anlatılabilecek bir kavram olmadığını, sadece yaşanarak öğrenilebileceğini vurgular…

…ve nihayetinde Morpheus ile Neo, Trinity’nin de vasıtasıyla (IRS / International Revenaue System – Vergi sistemi veritabanını kıran bilgisayar korsanı olarak tanınmaktadır. / Bir nevi Robin Hood olduğu söylenebilir.) iletişime geçerler.
Ancak yüz yüze tanışmadan önce Morpheus’u yakalamak üzere harekete geçen “Ajan”lar, Thomas Anderson’u göz altına alırlar ve karnına bir izleme cihazı yerleştirirler – ki bir süre sonra bu durum Neo’nun aklında sadece kötü bir kabus gibi kalacaktır çünkü Neo bu olay sonrasında yatağında uyanır ve gördüğünün bir rüya olduğunu düşünür.

Morpheus ile buluşmak üzere yola çıkan Neo öncelikle üzerindeki izleme cihazından arındırılır. Bu noktada Neo, yaşadığı olayın gerçek olduğunu fark eder ve içinde bulunduğu gerçekliği gerçek manada sorgulamaya başlar.
Sonrasında Morpheus ile karşı karşıya gelen Neo, hayatının en önemli seçimini yapmak zorunda kalacaktır.

Mavi Hap mı yoksa Kırmızı Hap mı?

Sinem tarihinin en önemli repliklerinden birisidir. “Mavi hap mı yoksa kırmızı hap mı?” sorusu. Morpheus, gerçeğin karanlık çölüne götürmeye hazırlandığı Neo’ya bir seçenek sunar. Gerçeğin ne olduğunu öğrenmek istiyorsa “Kırmızı hapı”, hiçbir şey olmamışçasına yatağında uyanmak istiyorsa “Mavi hapı” seçmesi yeterli olacaktır.
Neo Kırmızı Hapı seçer…
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Neo kırmızı hapı içtikten sonra bir dizi işlem neticesinde içinde bulunduğu dünyanın gerçekliğinden sıyrılır ve bambaşka bir gerçekliğe adım atar.

-“Neo’nun o ana kadar, hayatı boyunca içinde yaşadığı ve gerçek zannettiği dünya GERÇEK DEĞİLDİR…!!! Gerçek dünya, içinde uyuduğu, vücudunun tüm sinir hatlarına kablolar geçirilmiş olan, boğazından içeriye nefes alması için kocaman bir hortumun sokulduğu plesenta sıvısı dolu bir kabindir. Gerçek dünyaya uyandığında, çevresinde kendisi gibi milyonlarca küvezde yatan esir insanla karşılaşır.”

O ana kadar yaşadığı dünyanın bir hayal alemi olduğunu, bir bilgisayar yazılımı – bir simülasyon olduğunu fark eden Neo şok geçirir. Bulunduğu küvez, artık sisteme bağlı olmayan Neo’nun bedenini “öldüğünü düşünerek” sistemin altında yer alan kanalizasyon çukuruna gönderir.

Kanalizasyonda boğulmak üzere olan Neo, Morpheus’un gemisi tarafından kurtarılır.

-“Gerçek dünyaya hoş geldin Neo…”

Düşünün…

Şuanda yaşadığınız dünyanın, sahip olduklarınızın, ailenizin, sevdiklerinizin, hikayenizin… Her şeyin bir yalandan, bir simülasyondan ibaret olduğunu…
Ve gerçek dünyanın koklayamadığınız, tadamadığınız, hissedemediğiniz bir küvezden ibaret olduğunu…

Tüm dünyadaki insanların esir olduğunu, kimsenin bu “hayal dünyasından” haberdar olmadığını… Ve buradan kurtulmanın bir yolu olmadığını…

İşte bu çaresizlik ortamı içinde Morpheus, Neo’ya “acı ama gerçek” dünyayı yaşatma aksiyonunu alıyor. Ancak bunun sebepleri var. Morpheus herhangi birini sistemden çıkarmıyor, çünkü onun da bir amacı var.

Seçilmiş Kişi

Morpheus dışarda, Matrix’in dışında yaşamaktadır. Yaşadıkları yerin adına “Zion” demektedirler. Kalan son insan şehri… Özgür ve Matrix’e, bir simülasyona bağlı olmayan insanların yaşadığı şehir. Neo’nun da artık bir üyesi olduğu şehir… Burada yer alan “kurtarılmış” yani daha önce Matrix’e bağlı insanlar, sadece gerekli durumlarda kaçak yollarla Matrix’e girmektedirler.

Gerçek hayata dahil olduktan sonra Morpheus, tıpkı diğer insanlar gibi Zion’da anlatılan hikayeleri dinleyerek yetişmiştir. Kehanete göre Matrix’ten insanların çıkmasını sağlayan ilk “Seçilmiş” kişi, Matrix’in bir hayal dünyası olduğunu fark eden ve onun sınırlarını aşan, Matrix’in içindeyken istediği her şeyi yapabilen ve uyanan ilk kişi, Zion’daki diğer tüm insanları kurtaran kişidir.

“Kahin” denilen ve öngörüleri daima tutan bir yol gösterici, bu seçilmiş kişinin tekrar döneceğini müjdelemiştir.

…ve Morpheus, Kahin’in bahsettiği bu seçilmiş kişinin Neo olduğuna inanmaktadır.
İşte “Matrix” hikayesinin kırılma noktalarından birisi bu kısımdır.

  • Zion’da bedeni olmayan, dolayısıyla insan mı yoksa yazılım mı olduğu bilinmeyen bir kahin, geleceği görerek, geçmişte var olduğuna inanılan seçilmişin geri döneceğini müjdelemiştir.
  • Zion’un önemli gemi kaptanlarından Morpheus, kehanette adı geçen seçilmiş kişiyi bulduğuna inanmaktadır.

  • Kahin Morpheus’a “Seçilmiş kişi geri döndüğünde onu sen bulacaksın ve insanlığı o kurtaracak” demiştir.

  • Kahin Trinity’e “Seçilmiş kişiye aşık olacaksın ve onu kaybedeceksin” demiştir.
    İşte tüm bu karmaşanın içerisinde Morpheus, seçilmiş kişi olduğuna inandığı kişinin “Neo” olduğunu söyler. Eğer kahin haklıysa Neo seçilmiştir, Zion’u ve insanlığı kurtaracaktır, makinelerle savaşı sonlandıracaktır, Matrix’in sınırlarını aşacaktır, Trinity Neo’ya aşık olacaktır ancak Neo ölecektir ve Trinity Neo’yu kaybedecektir.

Peki “Seçilmiş”in görevi nedir?

Kehanet, seçilmişin insanlar ve makineler arasındaki savaşı sonlandıracağını, Matrix’in içerisindeki esir insanların serbest kalmasını söylemektedir. Yani eğer Neo seçilmiş olansa, zamanla Matrix’in sınırlarını aşabilecek bir güce erişip Matrix’in içinde yer alan koruyucuların, Ajanlar’ın ve diğer insanların asla yapamayacağı şeyleri yapacak bir seviyeye erişecektir. Bu olduğunda da durdurulamaz hale gelecek ve makineleri ateşkese zorlayacaktır.

Gerçekten böyle midir?

Bunun aslında böyle olmadığını ilerleyen bölümlerde görmekteyiz.

Neo, seçilmiş kişi olduğuna inanmakta güçlük çeken bir karakterdir. Yani aslında içinde “O kişi” olduğuna dair bir özgüven yoktur. Bu sebeple, Morpheus onu Kahin’le tanıştırmaya götürdüğünde sorduğu ilk soru “Ben o muyum?” olur.

Kahin, “O kişi” olmanın ancak “O kişi” tarafından bilinebilecek ve hissedilebilecek özel bir duydu olduğunu vurgular. Kapının üzerinde asılı Latince “Temet nosce” yani “Kendini bil” yazısı bu duruma vurgu yapmaktadır. Kahin’in evi “O kişi” olduğuna inanılan onlarca “Anomali” göstergeli kişiyle doludur. Kaşığı bükebilen çocuk, cisimleri havada tutabilen çocuk… Ama temelde Neo’yu diğerlerinden farklı kılan görünürde hiçbir özelliği yoktur. Bu onun özgüvenini daha da örseler.

Odaya girdiğinde kırılacak olan vazoyu henüz kırılmadan bilen Kahin’in yanılma payı olmadığına inanan Neo, Kahin’e sorduğu soruya verdiği “hayır, sen o değilsin, en azından şimdilik, yeteneğin var, ancak… Belki bir sonraki hayatında” cümlesiyle Neo’nun inancına ve özgüvenine bir darbe daha vurur.

Ancak belki de bu darbe, seçilmişin “Seçilmiş olduğunu kavramasına” giden yolun ilk taşıdır.

Seçilmiş olduğuna inanmayan Neo, kendisini “Seçilmişi bulma” amacına adamış olan Morpheus’a minnet beslemektedir. Ve bir yandan da kendisinin seçilmiş olduğuna inanan Trinity’ye duyduğu aşk kalbinde filizlenmektedir.

İşte bu yüzden, Kahin’den dönüşte Cypher’ın ihaneti sebebiyle yol arkadaşlarını kaybedip sistemde sıkıştıklarında hem Morpheus’u hem de Trinity’i kurtarabilmek için kendisini feda edebilecek noktaya gelir. “Ben o değilim” demesine rağmen o zor zamanda Ajan Smith ile yüzleşmeyi göze alır.

Neo’nun Morpheus’u Ajan’ların elinden kurtardığı anda Morpheus’un Neo’ya olan inancı pekişmiştir. Hemen sonrasında Trinity’yi de düşen helikopterden kurtarması Trinity’nin inanmasını sağlar. Ancak Trinity, bu gerçeğe inanmanın verdiği acıyı da hissetmektedir. Karşısında duran, seçilmiş kişi olduğuna inandığı ve “öleceği” söylenen adam için endişesi tavan yapmıştır.

İşte bu noktada, Neo, yer altında, tren garında hem Morpheus’u, hem de Trinity’yi sağ salim sistem dışına gönderdikten sonra Ajan Smith’in ani baskınıyla yapayalnız kalır.
Zaten aldığı riskin sonuçlarına katlanmaya hazır olan ve kendisinin seçilmiş kişi olduğuna inanmayan Neo, belki de Morpheus’un kendisine yol gösteren sözüyle bir ihtimal için savaşma kararı alır:

-“Kahin ne söylediyse hepsi senin içindi… Gideceğin yol için… Yolu bilmekle yolda gitmek arasında fark vardır.”

Gerçekten de yolu bilmek – yani seçilmiş olduğuna inanmak – ile yolda yürümek – yani seçilmiş olmaya giden yolda olmak arasında fark olduğunu ilerleyen sahnelerde anlarız.
Neo, amansız bir mücadele verdiği Ajan Smith’i ilk dövüşünde alt etmeyi başarır. Ancak durmaksızın geri gelmekte olan Smith ile sonsuza dek mücadele etmesinin imkansız olduğunu da bilmektedir. Bu mücadele esnasında kurşunlardan kaçacak ve Ajan’lara kimsenin direnmediği kadar direnecek şekilde sınırları zorlasa da Neo henüz sınırların ötesine geçememiştir.

Ajan’lardan kaçışı ve sistemden dışarı çıkması aşamasında çok emek verse de son noktada başarıya ulaşamayan Neo, 303 (Trinity) numaralı odada, filmin başlangıcında Trinity’nin sistemden çıkmak için çabaladığı odada Ajan Smith’in sayısız kurşununa yem olur ve hayatını kaybeder.

Bu bir şoktur…

Morpheus’a göre seçilmiş ölemez. Yani ya kehanet yanlıştır, ya da o “Seçilmiş”i bulduğunu düşünürken yanılmıştır.

Trinity’e göre Neo’nun ölümü için henüz vakit gelmemiştir. Neo seçilmiş olan ise ölmeden önce savaşı bitirmesi gerekmektedir. Neo, henüz savaşta başarıya ulaşamadan ölmüştür.

İşte bu yüzden, Neo’nun kulağına eğilir ve o ana kadar dillendirmediği gerçeği dile getirir:

-“Ölemezsin, neden biliyor musun? Kahin bana seçilmiş olana aşık olacağımı söyledi. Ve ben seni seviyorum… Şimdi ölemezsin…”

Haklıdır…

Morpheus’un da, Trinity’nin de kehaneti çıkmıştır ve Kahin yanılamaz.
Morpheus’un düşündüğü gibi Neo seçilmiş olandır…

Kahin’in düşündüğü gibi “bu hayatında değil ancak belki bir sonraki hayatında seçilmiş olarak doğacaktır, bunun için önce ölmesi gerekmektedir.”

Trinity’nin düşündüğü gibi “Trinity seçilmiş olana aşık olmuştur ve seçilmiş olan ölmüştür. Ancak ölümden geri gelmiştir.”

Bu olayla birlikte “kehanetlerin doğrudan söylendiği gibi algılanmaması gerektiği” gerçeğini Matrix evreninde anlamış oluruz. Felsefe yoğunluğu gereği “gerçeğin ardından gizlenmiş başka gerçekler de vardır” sözünden hareketle hem Morpheus’un, hem de Trinity’nin kehanetleri “olduğu gibi” ya da “duydukları gibi” yorumladıklarını anlarız. Ama aslında gerçekler söylenenin bir adım ötesindedir.

Neo, tıpkı Kahin’in kendisine söylediği gibi “kendisinin seçilmiş olduğunu ancak kendisi keşfedebilmiştir”. Ölümünden sonra uyandığında seçilmiş kişi olduğunu fark eder hale gelmiş, Matrix’in sanal dünyasındaki kurguyu, yapıyı, şifreleri, metodolojiyi, kod yapısını tüm çıplaklığıyla görebilir hale gelmiştir.

İşte bu noktada Matrix’in sınırlarını aşabileceğini fark eder.

Karşısında kendisine saldırmayı bekleyen ve şaşkınlıkla Neo’nun nasıl dirildiğini anlamaya çalışan 3 sistem ajanını hiçbir efor sarf etmeden yenmeyi başarır. Son noktada da kendisine “özel” bir kin besleyen Ajan Smith’in bedenine / kodlardan oluşan mimarisine sokulur ve onu yok etmek üzere patlatır.

Ancak ilk filmin bittiği bu nokta, aslında filmin yeniden başladığı noktadır.
Belki de “Seçilmiş kişi” haline gelen Neo’nun yaptığı en önemli hata…

Matrix Reloaded ve Matrix Revolutions’daki Hikaye

Devam filmlerine geçmeden önce şunu vurgulamakta fayda var; Matrix’i kült yapan aslında ilk film. Yani ilk film çekilip olduğu yerde bırakılsa da tarihteki yerini “en kült filmler” kategorisinde zaten almış olacaktı. Devam filmleri kimilerine göre “gereksiz ve yetersiz” kimilerine göreyse “gerekli ve ihtişamlı” eserler.
Bu isimleri birbirinden ayıran noktayı ben de sezebiliyorum. İlk filmin karanlık ve bunaltıcı havası içine yedirilmiş korkunç bir felsefe havuzu vardı ve bu inanılmaz derecede çekiciydi. Devam filmlerinde ise yeşil tonlamanın abartıldığı (matrix kod dünyasının renginden ötürü) ve daha çok görsellere yüklenilen, sanatsal dövüş sahneleriyle bezenmiş, felsefeyi bir nebze de olsa arka planda bırakmış bir kurgu mevcuttu.

Görsellik tabii ki bu tip bir hikayede çok önemli ancak çekici noktanın felsefi altyapı olduğunun göz ardı edilmemesi daha faydalı olurdu. Bir de devam filmlerindeki atmosferin ilk filmdekinden bir ton da olsa farklı olması ikinci ve üçüncü filmi biraz da olsa “çizgi-roman” havasına sokmuştu.

Ek bir nokta, ilk filmin sonunda gördüğümüz ve devam filmlerinde gözümüze gözümüze sokulan “uçan süper kahraman figürü”nün rahatsız ediciliğiydi. Yani evet; Neo’nun sistem sınırlarını aştığını ya da aşacağını anlamıştık ancak uçacak kadar abartılmasına da gerek yoktu sanki. Fizik kurallarını manipüle etmesi, daha hızlı olması, kodları görmesi ve bu şekilde diğer insanların sezemediklerini sezmesi yeterli olurdu sanki…

Neyse…

Devam filmlerinin hikayesinde yer alan önemli detayları vurgulayarak devam edelim…
İkinci film Neo’nun tabiri caizse “aşmış bir mesih” imajına bürünmesini ve insanlar ile makineler arasındaki savaşın hardcore biçimde hayata geçmesiyle başlar. Tüm Zion sakinleri Neo’nun seçilmiş kişi olduğunu öğrenmiştir ve umutlarını ona bağlamışlardır. Morpheus’un gemisi Nabuchadnezar’ın mürettebatının tamamına yakını hayatını kaybetmiştir ve ekip yenilenmiştir.

Artık harekete geçme vaktidir ve Neo’nun önderliğinde savaşılacaktır.

Neo, artık sistemdeki ajanlardan çekinmemektedir. Onlardan çok daha hızlı, kabiliyetli ve sınırları olmayan bir forma bürünmüştür. Yeni nesil ajanlar güncellenmiş (upgrade edilmiş) olmasına rağmen Neo’ya direnememektedirler. Bu sebeple Neo, bir nevi “sistem içi koruma” mekanizmasına dönüşmüştür. Matrix’e giriş çıkışlarda daha cüretkar bir Zion ahalisi vardır artık.

Harekete geçişin ilk noktasında Neo’nun tekrar Kahin’le görüşmesi planlanmıştır.
Koruyucusu Seraph, Kahin’i köşe bucak kaçırarak saklamaktadır. Neo, seçilmiş olmanın da verdiği yetiyle Seraph’la dövüşür ve Kahin ile görüşme biletini alır.

Kahin ile Neo’nun bu seferki görüşmesi bir öncekine göre farklı olacaktır. Zira artık sistemin kod yapısını görebilen Neo, Kahin’in bir insan değil bir yazılım olduğunu fark etmiştir.

Burada kritik ve önemli olan husus Kahin’in insanlara neden yardım ettiğidir…
Kahin, bir yazılım olduğunu kabul etmekle birlikte bağımsız olduğunu ve amacının yardım etmek olduğunu vurgular. Gidilmesi gereken bir yol, ulaşılması gereken bir son vardır ve bunun olmasını sağlamak için Kahin de elinden geleni yapacaktır.
Kahin’e “zaten olacakları önceden bilmiyor musun?” imasında bulunan Neo’nun aldığı cevap “seçimlerimizi zaten yaptık, şimdi onları neden yaptığımızı ve sonuçlarını anlamamız gerekiyor” şeklinde olur.

Matrix felsefesinin en derinleştiği nokta şüphesiz Kahin’le ilgili sahnelerde saklıdır.
Kahin, mantıken düşünüldüğünde geleceği, tıpkı tanrının da yaptığını düşündüğümüz şekilde görmektedir: “Tüm ihtimalleri hesaplayarak olası sonucu öngörme”
Yani Kahin’in öngörülerinin %100 gerçekleşeceğini varsaymak çok da gerçekçi değildir. O, ihtimallerin tamamı düşünüldüğünde “en olası” sonucu ortaya koymaktadır. Seçimleri yüksek yüzdeli bir tahmin sonucu derleyip sonuçlarını yorumlamaktadır. Ulaştığı sonuç mutlak gerçeklik ya da mutlak gelecek değildir, “mutlağa çok yakın matematiksel bir sonuç” olarak düşünülmelidir. Matrix içindeki herkes Matrix’in kendilerine sunduğu senaryo sonucunda seçim ve sonuçları yaşamaktadır. Kahin, sonuçlara etki eden tüm parametreleri derleyerek çok yüzdeli hesaplar yapsa da “insan ruhu” faktörü, onu yanıltma konusunda her zaman bir faktör olarak kalacaktır.
Şöyle özetleyelim; “saniyede damarınızdan geçen akyuvar sayısından vücudunuza girecek virüsün niteliğine, hormonlarınızın ve endokrin sisteminizin işleyişine kadar tüm detayları bilen bir cihaz üretilirse, hasta olduğunuzda kurtulup kurtulamayacağınızı önceden bilebilir.” Kahin’in de yaptığı budur, elindeki verilerden olması ihtimali en yüksek sonuca ulaşmak.

Neo’nun bu noktadan sonra “yaptıklarının sonucu” ile ilgili düşünceleri büyük bir belirsizliğe bürünür. Neo, zaten yapacağını bildiği seçimlerin sonuçlarıyla yüzleşmek durumundadır.

En nihayetinde ikinci filmle birlikte Kahin’in Mimar tarafından yazılmış, olası gelecek ihtimallerini hesaplayan bir program olduğunu öğrenir ve benimseriz. Burada kritik husus onun güvenilir olup olmadığıdır. Öyle ya, bizzat Mimar tarafından yazılmış bir yazılım neden Mimar’ın amaçları dışında ya da amaçlarına aykırı hareket etsin? Bu soru ve güven problemi filmin sonuna kadar tazeliğini koruyacaktır.

Bu esnada ilk filmde Neo’ya “özel bir kin besleyen” ajan yazılım Smith’in de farklı bir biçimde geri döndüğünü görürüz. Kendi sözleriyle yorumlayacak olursak “Neo’nun ilk filmde Smith’i yok etmeye yönelik saldırısı Smith’i parçalamış – crush etmiş – gereksiz ve amaçsız hale getirmiştir. Normal şartlarda silinip çöpe gitmesi gereken Smith yazılımı, bir şekilde silinmeyi ya da yok olmayı becerememiş, sisteme geri dönmüştür. Ancak bu sefer özgür iradesi, kendine has bir profili vardır. Bedeninin yok olma aşamasında Neo’nun bedeniyle bütünleşmesi, belki de Neo’nun sistemdeki kodunun bir kısmının Smith’in yazılımına geçmesini – kopyalanmasını sağlamıştır. Bu nedenle Smith, artık bir önceki haline göre farklı, yetenekli ve güçlü bir hal almıştır. Neo’nun bir önceki seferde kendisine yaptığı gibi sistemdeki başka bedenlere sızmakta, kendi yazılımını onlara kopyalamakta ve kendisini çoğaltmaktadır.

Bu noktadan sonra Smith’in amacı sistemi tamamiyle ele geçirmek olmuştur. Sistemde varlık gösteren her bilinci kendisine – “Smith’e” çevirmeyi strateji olarak belirler. Bu bakış açısıyla Smith’i sistemde oluşan bir anormallik ve çoğalmaya güdümlü bir “virüs” gibi düşünebiliriz.

Yani Matrix, oluşan bu anormallik sebebiyle artık yepyeni bir tehditle karşı karşıyadır. Öngöremediği bir virüs sistemi ele geçirmeye başlamıştır.

Devam hikayesinin temelindeki en büyük olay ve hikaye örgüsü aslında budur.
Matrix’in kurucuları, sistemin yabancı ve anomali gösteren bir virüs sebebiyle ele geçirilmesi tehdidiyle karşı karşıyadır. Makinelere direnmeye hazırlanan Zion’un askerleri, sistemin kendisinden daha büyük bir problemle karşı karşıyadır. Kurtarılması planlanan her bir insanın bir “ajan”a – Ajan Smith’e dönüşme ihtimali vardır. Yani kurtaracak kimse kalmayabilir.

Yani aslında başta savaşan 2 taraf varken, ortaya çıkan ve bu 2 tarafa da tehdit olmayı başaran yeni bir taraf oluşmuştur.

İkinci filmin aksiyon dolu öyküleri, zorluklar, anahtarcının bulunması vb. pek çok olay geride bırakıldığında hikaye örgüsü için çok büyük önem arz eden son sahne ile karşılaşırız:

Neo’nun Matrix’i inşa eden Mimar ile tanışması…

Verilen bütün emeğin neticesinde anahtarcının verdiği anahtarın kapısı, Matrix sisteminin “Admin” odasına çıkmıştır. Sistemde yer alan “Seçilmiş kişi” ile “Sistemi yaratan kişi” karşı karşıya gelir.
Bu noktada, filmi izlediğimiz ana kadar olan bütün hikayenin aslında yanlış olduğunu öğreniriz:

  • Bu Matrix ilk Matrix değildir. Aslında Matrix’in 6’ıncı versiyonudur.
  • Seçilmiş kişi, sanıldığı gibi kendiliğinden meydana çıkan mistik bir mesih değil, Mimar tarafından önceden tanımlanmış bir kurgudur.

  • Mimar’ın Seçilmiş kişiyi yaratmasının amacı, olası bir sistem probleminde sistemi baştan yüklemek – recover etmek – tamir etmektir.

  • Seçilmiş kişi, sistemin yok olması ya da çok büyük zarar görmesi durumunda “Kaynağa dönmek”le görevlidir, taşıdığı kodu kaynağa aktardığında sistem kendisini başa saracak, reset atacaktır.

  • Ancak Seçilmiş kişinin bunu yapması yine Seçilmiş Kişi’nin seçimine bağlıdır, bir zorunluluk değildir. Mimar, kurguladığı tüm senaryolarda Seçilmiş Kişi’yi kaynağa ulaşmaya zorlamış, zorunlu bırakmıştır. Daha önceki 5 seçilmiş kişi, yani Neo ile aynı görevin yüklendiği 5 kişi, sistemin kalanını kurtarmak adına hep aynı seçimi yapmıştır, kaynağa dönerek sistemi sıfırlamıştır.

  • Zion, Mimar’ın kurgusunun bir parçasıdır. Olası bir problemde Matrix’e bağlı tüm insanların kaybedilmesi, ölmesi durumunda insan ırkının devamlılığını ve üremesini sağlamak ve sisteme bağlayacak yeni insanlar yaratmak için Zion kurulmuştur.

  • Ve son olarak, seçilmişler arasında Neo, tepkileri ve hikayesi en farklı olandır. Seçim yaparken yine türün kalanını kurtarmayı mı seçecektir yoksa direnmeyi mi? Bu, o an için belirsizdir çünkü Neo, hem Mimar’ın zorladığı seçimi yapmak istememektedir, hem de sevdiği kişi, Trinity tehdit altındadır.

  • Mimar’a “insanlara mahkumsun” tehdidini savuran Neo, Mimar’ın “hayatta kalmak için değerlendirebileceğimiz farklı seçenekler var” cevabıyla beklediği sonucu alamaz.
    Tüm bu konuşmaların neticesinde bir “sonuçsuzluk” çıkıyor gibi görünse de tarafları birbirine muhtaç kılan farklı bir tehdit, yine bu tarafları bir orta nokta bulmaya zorlayacaktır: Smith!!!

  • Üçüncü filmle birlikte görürüz ki Smith’in kontrolsüz yayılması Mimar’ın elini kolunu bağlamıştır. Sistem kaybedilmek üzeredir ve bunun ne Neo’yla, ne de Zion’la alakası yoktur. Sistem, durdurulamayan bir virüsün etkisiyle yok olma riskiyle karşı karşıyadır.
    Neo da öğrendiği gerçekler neticesinde büyük bir yıkım yaşamıştır. Zira kendisi, sandığı gibi “yetenekleri ve kehanetler” sebebiyle değil, Mimar’ın tercihi sebebiyle “Seçilmiş kişi”dir ve amacı – yapması gereken önceden tasarlanmıştır. Yapacağı seçimle ya türünün sonunun gelmesini kabul edecek ve savaşı kaybedecektir, ya da kendisine yazılan senaryoyu kabul edip mağlubiyeti kabul ederek kaynağa dönecek ve insan ırkının esir yaşamı devam edecektir.

    İki tarafın çaresizliği, Smith’in Oracle’ın bedenini de ele geçirmesiyle zirveye ulaşır. Smith, sistemin tüm ihtimallerini hesaplama yeteneği olan Oracle’ı da kendine dönüştürmüştür ve artık olanları ve olabilecekleri görebilen bir hal almıştır.
    Tüm bunlar olurken, dışarıda, Zion’da da makinelerin Zion’a saldırısının tehdidi baş göstermiştir. Makineler kazmaktadır ve Zion’a ulaşmaları an meselesidir. Eğer ulaşırlarsa bu “özgür insan” kavramının sonu olacaktır. Matrix’in içinin zaten yaşanabilir olmadığı bu ortamda Zion da makinelere yenik düşmek üzeredir.

    …ve Neo, hem makinelerin, hem kendisinin, hem de Zion’un kaderini değiştirecek nihai kararını verir!

    Makinelerin şehrine gidip kaynağa dönecek ve Mimar’a bir teklifte bulunacaktır:

    -“Ajan Smith kontrolünüzden çıktı, Matrix’i tamamen kaybetme riskiyle karşı karşıyasınız. Onu durduramıyorsunuz. Onu durdurmak için tek şansınız benim, çünkü ben ve Smith bir denklemin 2 tarafı gibiyiz, birbirimizi eşitliyoruz, ben onunla yüzleşmezsem Matrix diye bir kavram kalmayacak…”

    Neo kaynağa giderken gemisine saldıran hiçbir şeyin onlara zarar vermediğini görürüz. Bunun sebebi, saldırı için gönderilen her öğenin gemide “Neo’nun varlığını sezmeleri ve geri adım atmasıdır. Zira, Neo’ya bir şey olursa seçilmiş kaynağa dönemeyecektir ve her şey son bulacaktır.”

    Yani ikinci film sonrasında Matrix’in dışında da Neo’nun makinelere, kendi gemisine yönelen bombalara hükmediyor gibi göründüğü sahneler, aslında Neo’nun yeteneklerinden dolayı değil Neo’nun zarar görmesini göze alamamalarından dolayı saldırganların kendisini yok ettiği bir durumu temsil eder. (Benim de açıklayamadığım tek nokta kör olmasına rağmen Neo’nun gözlerinin görmesi meselesidir. Bu noktada “acaba Matrix içinde Matrix mi var?” sorusunu sordum şahsen)

    Ve…

    Makinelerle anlaşma yapan Neo, Zion halkının ve insanların serbest bırakılması şartı karşılığında Matrix’e girmeyi, Smith ile yüzleşmeyi kabul eder.

    Sisteme dahil olduğunda çevresinde var olan hemen her bireyin Smith olduğu, üstüne üstlük bunlardan birinin de Kahin’in gözlerine sahip olduğu bir mücadeleyle baş başa kalır.

    Sistemin artısı, sistemin eksisiyle çarpışmaya başlar. Saatlerce süren dövüşün kazananı çıkmaz. Zira ikisi de birbirine eş iki gücün hangisinin üstünlük sağlayacağının cevabı yoktur.

    Sonu olmayan bir dövüşün içinde olduğunu fark eden Neo’nun aklında birdenbire kesin çözüm belirir. Madem ki Neo sistemin artısı, Smith eksisidir, madem ki sonuca varmayacak ve çözülemeyecek bir denklem vardır, çözüm bellidir.

    1+ (-1)=0…

    Evet…

    Filmin sonu bunu temsil eder. Sistemin +’sı ile –‘si, sıfırlanmak üzere birleşirler.
    Neo, sonunun olmadığı dövüşü bitirmek için Smith’in kendini ele geçirmesine izin verir. Böylece hem kendisi, hem de Smith birleşecek ve “0 (Sıfır)” olacaklardır. Öyle de olur… Neo’nun göğsüne elini sokan Smith, eşitliği bozar, -1 + (-1)= -2 olmasını umduğu denklem sıfıra eşitlenir.

    Neo kendisini ırkın kalanı ve Matrix için feda eder…
    Smith’e dönüşen tüm bilinçler eski hallerine geri dönerler…
    Sistem kurtulur, Kahin serbest kalır, makinelerin Zion’a saldırısı durur…

    Ve son sahnede de gördüğümüz üzere Mimar ve Kahin durum değerlendirmesi yaparlar… Mimar Kahin’e sonun böyle olup olmayacağını bilip bilmediğini sorduğunda “bilmiyordum” yanıtını alır. Neo, beklenmeyeni yapmış ve başarılı olmuştur.
    Kahin de Mimar’a Neo’ya verdiği sözü tutup tutmayacağını sorar; Mimar kendisinin insan olmadığını, tutmayacağı sözü vermeyeceğini vurgular. Yani; neticede zamanla Matrix’e bağlı insanların serbest bırakıldığı dönem başlayacaktır.

    Genel Değerlendirme

    Sahip olduğu sıra dışı felsefe gündemi bir hayli meşgul eden Matrix’i yazıda özetlememin amacını merak edenler olabilir. Amacım şu; anlatırken cümlelerimde “acaba” denen ya da “anlaşılmamış olması ihtimali bulunan” noktalara kendi yorumumla “şunu vurguluyor” şeklinde betimlemeler katmaya çalıştım.
    Film, aslında tek seferde tüm detaylarıyla anlaşılamayacak kadar karmaşık ve ağır bir felsefe içeriyor. Ancak neticede hepimize “acaba yaşadığımız dünya gerçek mi yoksa sahte bir gerçeklikte bize biçilen hayatı mı yaşıyoruz?” sorusunu sorduruyor.
    Hepimizin hayatında “hayat kontrolümde değil, bir şeyler benim kontrolüm dışında değişiyor, gelişiyor” dediği dönemler olmuştur. Bu dönemde olağanüstü şeylere, kurgulara, kontrolümüz dışında yazılan kurguları yaşadığımıza dair inanışlar geliştiririz.

    Hatta dini inançların da temelinde bu vardır. Tanrının bize biçtiği kaderi yaşadığımıza inanır, kaderimizin yazılığını benimser, çok kötü durumlarda da “yaşanacağı varmış” şeklinde kendimizi teskin ve teselli ederiz.

    Ancak bu film bizlere “kaderimizin elimizde olduğu” temasını aşılamaya çalışmaktadır. Tepenizde en zorlu ve en güçlü kontrol mekanizmaları dahi olsa yapacağınız seçimlerle size dayatılanın önüne geçebileceğinizi en baskın ve vurgulu biçimde bizlere aktarır.
    Belki de en güçlü yanı, “inançlarla bezeli” bir temanın içinde “inançlara karşıt” bir nihayeti vurgular şekilde sonlanmasıdır. Kaderciliği reddeder ve “zihnimizi özgür bırakmanın” değerini vurgular.

    Yüzlerce film ve dizi izleyen bendeniz için Matrix serisi “filmden öte” bir unsur olarak dimağımdaki yerini almıştır. Benim için bu film ve anlatmaya çalıştığı felsefe eskimez, bozulmaz, sıkmaz, uzaklaşmaz. Filmografisinden çok aşıladığı fikir akımıyla hayatımdaki etkisi çok çok farklıdır.

    Yıllar geçse de izlendiği anın tadı damaklardadır, her izlendiğinde yine aynı etkiyi bırakır.

    1 Comments

    1. Ajan smith kahinin gözlerini almadı çünkü kahin onu seraphla giden kızla beraber gönderdi. Zion sanal dünya çünkü neo orada da kör olmasına rağmen tüm makineleri görebiliyordu ki bu zionun olduğu kısmı da matrix parçası yapar. Bu iki kısım dışında harika açıklamalar, elinize sağlık.

      Beğen

    Yorum bırakın